YEDİ ADA ; YEDİ RENK

YEDİ ADA; YEDİ RENK

Onlar ki haritada küçük bir nokta. Uzaktan bakanlar için ise sadece bir dağ veya puslu bir karartı. Birçoğu isimsiz ya da ismi akıllarda tutulamayan bir yabancı. Sayıları yüzlerce hatta maviliklerde açıldıkça on binlerce…

Yıldızlar gibiler ya da hücreler gibi. İlk bakışta çok benzeseler de birbirlerine, gerçekte hiçbiri bir diğerinin aynısı değil. Hepsinin ayrı bir imgesi olsa da hepsinin yaşayanlarda bıraktığı ortak imge ise: “Huzur”. 

Begonvillerin pembesine, pencerelerden taşan çivit mavisine boyanmış neşeli bir huzur.

Bunlar içinde yedi tanesi var ki bir solukta yüzüp gidilebilecek kadar Anadolu’ya yakınlar. Yönetildikleri Atina kentinin çok doğusunda oldukları için Doğu Ege Adaları ismini verdiğimiz bu adalar sanki denize bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu’nun gerdanını süsleyen inci taneleri.

Midilli; derin denizlerin lacivert adası

Doğu Ege Adaları’nın en kuzeylisi Midilli, gökkuşağının engin göklere ve denizlere yakışan lacivert rengini taşır. Girit ve Euboia’dan sonra Ege Denizi’nin üçüncü büyük adası olan Midilli, yılın on iki ayı ziyaretçilerine keyifli anlar yaşatır.

Ayvalık’tan kalkan gemilerle yapacağınız bir buçuk saatlik deniz yolculuğunun ardından Midilli sahilinde ilk bakışta sizi Midilli Kalesi ve anıtsal görüntüsü ile Hagios Therapontas Kilisesi karşılar.

Yaklaşık yüz bin nüfuslu Lesbos adası, Türkler tarafından kullanılan Midilli ismini merkez yerleşimi Mytillini’den alır. Gera ve Kalloni isimli iki körfezi olan bu büyük ada uçaktan bakıldığında adeta bir ahtapotu andırır. Anadolu ve Kıta Yunanistan’da görmeye alışık olduğumuz Olympos Dağları’ndan biri de bu adada yükselir. Hatta adanın en yüksek dağı olan bol meşeli ve kestaneli bu dağ, Asomatos ve Agiasos isimli gezilmeyi çok hak eden iki köye de ev sahipliği yapar.

Midilli’de görülmesi gereken yerlerin başında kuzeyde yer alan Molyvos, Mandamados Manastırı ve Petra gelir. Osmanlıdan da izler taşıyan Molyvos, tatil severler için tertemiz sahillere, tarih severler için ise görkemli bir mimariye sahiptir. Midilli’de güneye inildiğinde ise Gera Körfezi ile Plomari sizleri kucaklar. Sağınızda zeytin ağaçları, solunuzda bol yakamozlu Gera Körfezi’ni takip ederek ulaştığınız Plomari’de onlarca tarihi imalathane ile karşılaşırsınız. Günümüzde birçoğu kapanmış bu fabrikalarda üretilen sabun, boya ve uzo 19. yüzyılda Midilli’den dünyanın her yanına ihraç edilmiştir. Plomari’ye giderken içinden geçtiğimiz Paleokipos Köyü, Türk gezginler için ayrı bir öneme sahiptir. Barbaros ( Kızılsakal ) adı ile anılan Hayrettin Paşa, 1467 yılında Gera Körfezi’nin kıyısındaki bu köyde dünyaya gelmiştir.

Adanın bir başka ilgi çeken yöresi de Eresos ile Sigri’dir. Batıya ilerleyerek ulaşılan Eresos’da antikçağın ilk kadın şairi Sappho’nun ayak bastığı yerleri, Sigri’de de dünyada benzerine birkaç yerde rastlanılan fosil ormanlarını görebilirsiniz. MÖ. 6 yüzyılda eserlerini kaleme alan Sappho, Midilli’nin dünyaca tanınmasında en büyük paya sahiptir. Bu yüzden doğduğu yer Eresos’da ve adanın merkezinde kadın şairin heykellerini görmek mümkün.

Mimari güzellikler ve ormanlardan arta kalan her yerin zeytin ağaçları ile kaplı olduğu Midilli’nin balığının, kestane balının ve de zeytinyağının tadına doyum olmaz. Hatta tadanlar bilir Midilli’ye özgü zeytinyağlı peynirden yapılma saganaki, adanın zeytinyağı ve kekiği ile servis edilen ahtapot ızgara ve de fetalı kabak çiçeği kızartması lezzet şaheserleridir.

Limanda Kaleler, Köylerde Kuleler

Doğu Ege’deki bu yedi adanın her birinde limana yaklaştığınızda bir kale karşılar sizi. İlkçağda yapılmış ve kimi vakit Cenevizler, kimi zaman Haçlılar en çok da Osmanlılar tarafından tahkim edilerek kullanılmıştır bu kaleler. Adaların içlerine doğru ilerlediğinizde ise köylerin birçoğunda yüksekçe bir kule görürsünüz. Ada köylüsünün ortaçağda sıklıkla yaşanan korsan saldırılarından korunmak için kullandığı bu kuleler, köy mimarisinin vazgeçilmez parçasıdır. Bu yanı ile yedi adanın her birinde limanda kaleler, köylerde kuleler gezginleri bekler.


Sakız; mastika kokulu çivit mavisi  

Midilli gibi yılın on iki ayı hareketli ve tarih boyunca ününü hep korumuş bir adadır Sakız. Günümüzde Yunanistan’ın ünlü birçok armatörünün ve gemi adamının memleketi olan Sakız’ın denizcilik alanındaki ünü ilkçağlara dek uzanır. Ortaçağda Ceneviz ve Venedik arasında rekabet konusu olan Sakız’da bir dönem ünlü İspanyol kaşif Kristof Kolomb’un da yaşadığına inanılır.

Gerek yüzölçümü gerekse nüfusu ile Midilli’nin yarısı kadar olan Sakız’a Çeşme limanından yarım saatte ulaşılır. Sakız limanına vardığınızda yedi adanın hepsinde görmeye alışık olduğumuz gibi Sakız Kalesi karşılar bizleri. Bir dönem Müslüman ve Yahudi halklarının bir arada yaşadığı kale içinde cumbalı Osmanlı evlerinin yanı sıra cami, hamam ve de küçük bir hazire yer alır. Çok sayıda mezar taşının sergilendiği bu hazire vaktiyle iki önemli lahde kucak açmıştır. Bunlardan Sakız isyanında şehit düşen Kaptan Kara Ali Paşa’ya diğeri ise vatan şairi Namık Kemal’e aittir. Ne var ki Namık Kemal’in mezarı sonradan padişah Abdülhamit’in izni ile uzak bir coğrafyaya taşınmıştır.

Çeşme’den gelen gezginlerin doğusuna ayak bastığı Sakız’ın her yönü bir başka güzeldir. Şarapları, bakir sahilleri, rustik mimarisi ve enfes balıkları ile Volisos, Kardamyla ve Langada kuzey bölgesinin cennet köşeleridir. Adanın kuzey batısında ve Psara adasının tam karşısında yer alan Volisos’da gün batımı şölenini izlemeden Sakız’da gezmenin tadı yarım kalır.

Sakız’ın batısı da tıpkı kuzeyi gibi el değmemiş ve bakirdir. Adanın ormanlarına ev sahipliği yapan bu bölgede tavernaları ve eşsiz kumsalı ile Lithi denizin yanında, oğlak tandırı ve ortaçağ mimarisi ile Avgonima da dağın başında gezginleri bekler.

Sakız’da görülmeden dönülmemesi gereken yerlerin birçoğu hiç şüphesiz adanın güney yüzündedir. Bu yerlerin başında kysista adı verilen kazıma tekniği ile yapılan cephe süslemeleri ile ünlü Pirgi Köyü gelir. Her ne kadar Pirgi’nin mimarisi ile büyülenseniz de Mesta ve Kalamoti isimli ortaçağ köylerinde kendinizi rüya âleminde hissedersiniz.

Sakız Adası denilince birçokların aklına ilk başta damla sakızı ve ondan yapılan eşsiz lezzetteki reçeller ve dondurmalar gelir. Zira Sakız adalıların günümüzde içine damla sakızı katmadığı tek bir şey kalmamış gibi. Diş macunundan, liköre, maden suyundan, uzoya kadar her şeyde damla sakızı tadı ve kokusu var. Bununla yetinmeyen Sakızlılar, dünyada birçok müze ile yarışır güzellikte bir damla sakızı müzesi de açmayı ihmal etmemiş.

Sakız’a gittiğinizde en başta adaya özgü Mastello peynirinin ızgarasını mutlaka tadın. Bundan başka Avgonima’da oğlak tandırı, Volisos’da fırında kuzu ve Langada’da haşlanmış ahtapot yemeden de asla dönmeyin.

En Osmanlı’lı ada tutkunu: Namık Kemal

Osmanlı edebiyatının önde gelen şair ve yazarı Namık Kemal, 48 yıllık kısa ömründe sayısız adada sürgün ve idareci olarak yaşar. Bunlardan ilki 1873’te sürgün gittiği Kıbrıs ( Magosa ), 1876’da yollandığı ikinci sürgün yeri Midilli’dir. Padişah II. Abdülhamit tarafından bağışlandıktan sonra bir süre Midilli’de mutasarrıf olarak görev yapan Namık Kemal, 1884’te Rodos’a, 1887’de de Sakız Adası’na mutasarrıf atanır. Ne var ki bu çivit mavisi renkli adada geçirdiği günler sayılı olan Osmanlı’lı ada tutkunu, 02 Aralık 1888 günü Sakız’da kısacık ömrüne veda eder.

Yazar öldükten sonra kale içindeki hazireye defnedilir. Yakın arkadaşı Tevfik Fikret’in ricası üzerine ve Abdülhamit Han’ın izni ile şairin kabri, Sakız’ın çok uzağındaki Gelibolu – Bolayır’a gemi ile taşınır. Burada şairin adına planını Tevfik Fikret’in çizdiği sekiz sütunlu mermerden baldeken tarzında bir anıt mezar inşa edilir. Ne yazık ki, 1912 Şarköy depreminde yıkılan anıt mezar günümüzde harap bir haldedir.

Damlaya damlaya “DAMLA SAKIZI 

Sakız Adası’nda doğal olarak yaşayan ve özünden birçok alanda yararlanılan Sakız Ağacı her dem yeşil kalan bir bitkidir. Bu yanı ile aşk tanrıçası Aphrodithe’nin simgesi Mersin Ağacı’na benzer. 4 ile 5 mt.ye kadar boylanabilen Sakız Ağacı, dekoratif görünümü ve hoş kokusu sayesinde bahçe düzenlemelerinin vazgeçilmez ağacıdır. Sakız ağaçları mastika üretimi için Mayıs ayından itibaren çizilmeye başlanır. Genç ve ince kabuklu gövde; ucu inceltilmiş tornavida ile fazla derine inmeden çizilir. Derin ve zarar verici çizimler, Sakız Ağacı’nın erken yaşlanmasına sebep olur. Beş yaşından itibaren sakız vermeye başlayan Sakız Ağacı, 15 yaşına ulaştıktan sonra iki kiloya kadar damla sakızı verebilir. Sakız Ağacının gövdesi uygun bir biçimde çizildiğinde akan öz pıhtılaştıktan sonra sakıza dönüşür. Halk arasında damla damla elde edildiği için bu reçineye “damla sakızı” denilir. Muhallebiden dondurmaya, likörden reçele birçok güzel yiyeceğin tadına tat katan damla sakızı, Sakız adasının sahip olduğu lezzet hazinelerinin en başında gelir.

Samos; orkide ve muskat üzümlerinin yeşili

Son yıllarda Türk gezginlerin gözdesi olan Samos’a kalkan gemiler iki limanda sizleri bekliyor. Bunlardan biri Kuşadası diğeri Seferihisar. Biraz daha pahalı olmasına rağmen Samos’a daha güvenli ve kısa zamanda gitmek isteyenler için Kuşadası doğru bir tercih.

Haritada her adanın yaşamdaki nesnelerle benzeşen bir şekli vardır. Kimisi futbol topu, kimisi yarım ay, kimisi de bir yaya benzer. Samos ise Ege Denizi’nin mavi sularında sergilenen bir tabloyu andırır. Yeşil ve mavi başta olmak üzere doğanın tüm renklerini yansıtan bu tablo, Ege Denizi’nin orta yerine dört köşesinden asılmıştır. Bu dört köşe, Samos’un dört büyük yerleşimine ev sahipliği yapar.

Bunlar, adanın kuzeydoğusunda yer alan ve adanın başkenti Vathi, kuzeybatıdaki Karlovasi, güneybatıdaki Marathokampos ve güneydoğudaki Pythagorio’dur.

Dünya dönüyor diyen ilim adamı Aristarkhos, ünlü felsefeci Epikuros ve de matematik dehası Pisagor’un doğum yeri olan Samos’u dünyaca ünlü kılan değerlerin başında muskat üzümlerinden yapılan tatlı şarabı, rengarenk orkideleri ve Adalet Kupası gelir. 

Adalet Kupası (Dikea Kupa )

Samos’u ziyaret eden gezginlerin Samos’tan aldıkları hediyelik eşyaların en başında adalet kupası gelir. Ünlü matematikçi Pythagoros ( Pisagor )’un 2 bin 500 yıl önce icat ettiği ters çan biçimindeki bu kupa, ilginç bir özelliğe sahiptir. Kupanın altı delik olmasına rağmen içindeki asla dökülmez ne zaman ki kupaya doldurulan içki, kupanın sınır çizgisini aşar o zaman içindekiler son damlasına kadar akıp gider. Kupaya adalet kupası ismini veren filozof belki de bu kupa ile şunu söylemek ister: İnsan, bazen yaşamın sundukları ile yetinmeyi bilmeli, zira daha fazlasını arzularken elindekiler de kayıp gidebilir.

Kos, Şifa saçan güneş sarısı

Bodrum limanından kalkan gemilerle kolayca ulaşılan Kos Adası, tıpkı Rodos gibi hem Haçlılar hem de işgal yıllarında adada hüküm süren İtalyanların izlerini taşır. Yedi adanın hepsinde olduğu gibi Kos’ta da sizi ilk olarak bir Haçlı Kalesi karşılar. Daha sonra sahilde ilerledikçe İtalyan işgal yıllarından kalma oryantalist üslupta inşa edilmiş kamu binaları ile göz göze gelirsiniz.

Kos’un içlerine sokuldukça Hippokrat’ın Çınarı, Osmanlı’dan kalma camiler, tarihi meydanlar ve en çok da antik eserler dikkat çeker. Kentin günümüz yapıları ile iç içe olan tapınak, agora, gymnasium ve odeon kalıntıları sizi binlerce yıl geriye götürür. Hele bu antik kalıntılardan biri vardır ki Kos’un dünyaca ünlü olmasında en büyük paya sahiptir. Hiç şüphesiz bu yapı, tıp ilminin kurucusu Hippokrat’ın da hekimlik yaptığı tarihin en eski şifahanesi Asklepion’dur. Her daim şifa saçan güneşi eksik olmayan Asklepion’da merdivenleri çıktıkça Ege Denizi’nde yükselen Kalymnos ve Pserimos Adaları ile hemen onların gerisinde Bodrum Sahillerini izleyebilirsiniz.

Kos’ta masmavi denizi ve Tuz Gölü’nün manzarasını izleyebileceğiniz bir başka eşsiz nokta da adanın en yüksek dağı Dikaios’un eteklerine kurulmuş Zia Köyü’dür. Zia Köyü’nde manzarayı izleyerek kahvelerinizi yudumlamadan önce adanın tek Türk Köyü olan Germe ( Platani )’de kendinize ada mutfağının eşsiz tatları ile bir ziyafet yaşatmalısınız.

Girit’ten göç ederek buraya yerleşen Türklere de yurt olan Germe Köyü, yedi ada içinde en lezzetli Ege yemeklerinin sunulduğu bir dizi Türk restoranına ev sahipliği yapar. Sıcak ot tabakları, giganti dedikleri iri fasulyelerden yapılma pilakiler, oğlak ve dana tandırları ve ada mutfağının vazgeçilmezi saganakilerin tadına doyum olmaz.

Symi; içimizdeki çocuğun turuncu sevinci

Ege ile Akdeniz’in diğer tabirle iki denizin köpüklü sularının birbirine karıştığı, Datça yarımadasının hemen yanı başında yer alan ve yedi adaların Meis’den sonra en küçüğü Symi’nin rengi ise turuncudur. Yılın her anı güzel ve her güzelliği bir anı olan, yaşam dolu bu adaya en yakışan renk elbette turuncu. Bir bakıma bir yanında sarı renkli Kos, bir yanında kızıl Rodos dururken de turuncu rengin Symi’nin payına düşmesine pek şaşırmamak gerek.

Yaklaşık beş asır Osmanlı idaresinde bulunan ada 1912 yılında diğerleri gibi İtalya’nın yönetimine girer. Ne var ki, İtalyanlar 30 yılı aşkın yönettikleri adaya Kos ya da Rodos’da yaptıkları gibi anıtlar ve yeni yapılar kazandırmamıştır. Fakat önemli bir iyilik yapmış, var olanları korumuş ve bugünlere ulaşmasını sağlamıştır.

Symi evleri yan yana, omuz omuzadır. İnsanlar gibi nefes alıp verirler. Sanki köpüklü denizin uçsuz bucaksız boşluğundan kaçarak birbirlerine sımsıkı tutunmuş gibidirler. Çoğu çocuk yüzlüdür bu evlerin. Döner dönmez karanlık bir sokağı birden burun buruna gelirsiniz birisi ile ve görürsünüz muzipçe yüzünüze gülümsediğini. 

Symi’nin Gialos, Horio ve Pedi yerleşimlerinin yanı sıra önemli bir yerleşim yeri de Panormitis’dir. Ege Denizi adaları içinde bir benzerine rastlanılmayacak güzellikteki bir koyda yükselen Panormitis Manastırı, yılın her anı kapılarını ve odalarını ziyaretçilere açar.

Symi’de tadılması gereken lezzetlerin başında karides gelir. Hani bazılarının çim çim dedikleri karideslerden daha küçük Symi karideslerinin tadı bir başkadır. Az miktarda sarımsak, zeytinyağı, kaya tuzu, deniz suyu ve beyaz şarapla tava edilen bu karideslerin en ilginç yanı ise kabukları ile çıtır çıtır yenilmesi. Symi’nin vazgeçilmez lezzeti karidesin yanında mürekkep balığı, istakoz ve kırmızı şarapla marine edilen subye de gurmelerin diğer vazgeçilmez tercihleri.

Öküz Gözlü, Çocuk Yüzlü Evler 

Genellikle iki katlı ve gökkuşağının yedi rengi ile boyalı Symi evlerinin en karakteristik özellikleri üslupları. Symi mimarisi, ilkçağa damgasını vuran klasik öğelerin, Ege coşkusallığı ile yeniden yorumlandığı neoklasik bir anlayışla var edilmiş. Symi evlerinin bir ilginç özelliği de çatı altında kullanılan daire biçimli “öküz gözü“ adı verilen tepe pencereleri. Kimi zaman yapı içine hava ya da ışık gelmesini sağlayacak açıklığı dahi olmayan, yalnızca dekoratif amaçla kullanılan bu yuvarlak pencereler, Symi evlerinin adeta nazar boncukları.

Kapısı herkese açık bir manastır: “ Panormitis ”

Patmos adasındaki İncilci Yuhanna adına yapılan manastırdan sonra On iki adalardaki en büyük ikinci manastırdır. Baş melek Mikhail adına 15. yy da yaptırılan ve içinde gümüş bir Mikhail ikonunu barındıran manastırda her sene Kasım ayının sekizinde törenler yapılır. O gün hem baş melek Mikhail anılır hem de diğer adalardan gelen ziyaretçiler ile birlikte Panormitis’de kutlamalar yapılır. Gelen ziyaretçiler manastır odalarında ücretsiz konakladıkları gibi tadına doyum olmaz şenlik sofralarında da misafir edilirler.

Rivayete göre Smyrna ile kardeş olan Symi adasındaki Panormitis Manastırı’nın anıtsal giriş kapısı üzerinde yükselen çan kulesi, İzmir yangınında kül olan Aya Fotini Kilisesi’nin çan kulesinin bir benzeridir.

Rodos; tutku ve şövalyelerin kızıl renkli adası

Çağlar boyunca St. Jean şövalyelerine ve de dünyanın yedi harikasından biri sayılan Apollon Heykeli’ne ev sahipliği yapan Rodos’a en yakışan renk kırmızıdır. Tutkunun, acının ve ayrılığın rengi kırmızıyı belki de en çok Osmanlı idaresinde geçirdiği yıllarda hak eder Rodos. Ada 1522 yılında Kanuni’nin fethi ile Osmanlı idaresine girince sayısı binleri bulan şövalyeler gemileri ile Malta’ya yelken açmak zorunda kalırlar. Geride ise bir kale, büyük bir saray, kiliseler, şapeller ve anıtsal bir cadde bırakırlar. Günümüzde Rodos’ta gezginlerin ziyaret etmekten en çok hoşlandığı yerdir Şövalyeler Caddesi. Şövalyelerin seçilmiş yöneticisinin sarayı ile limanı birbirine bağlayan bu cadde iki yanında her ülkenin şövalyeleri için özel inşa edilmiş kare planlı, açık avlulu hanlar ile kuşatılmıştır. Arnavut kaldırımlı ve de serin bu caddenin başında Büyük Usta Sarayı adı verilen anıtsal yapı ile sonundaki arkeoloji müzesi gezilmesi gereken yerlerin başında gelir.

Osmanlı idaresinde camiler, imarethaneler, kütüphane, hamam ve mektep binaları ile mamur edilen Kaleiçi diğer bir tabir ile eski kent Rodos’ta Türk nüfusun yaşadığı ve turistlerin en çok ziyaret ettiği yerdir. Eski kent, tıpkı İzmir’in Kemeraltı Çarşısı gibi vaktiyle taş kemerlerin taşıdığı tonozlar ile kaplı iken günümüzde üst örtü yıkılmış ve geriye birçok sokakta boş kemerler kalmıştır. Eski kentin sokakları kadar isimleri de güzeldir. Burada her sokak antik çağın bir yazarı, şairi ya da filozofunun adını yaşatır. Sıcak bir yaz günü gezerken serinlemek istediğinizde frapenizi Platon’da içebilir veya acıktığınızda yemeğinizi Aristoteles’de yiyebilirsiniz. Ama şuna emin olun ki Rodos’ta buluşmaların tek yeri Sokrates’tir.

Yedi ada içinde en çok turisti ağırlayan Rodos’a Marmaris, Bodrum ve Fethiye’den kalkan katamaranlar ile yaz boyunca her gün ulaşmak mümkün. Kışın ise adaya gelen gemiler gibi ziyaretçilerin de sayısı azalır. Kırmızı rengini taşıyan bu adada gün batımında kızıla boyanan denizi izlemek ve tarihte ün yapmış şarabının tadına varmak için güneye inenleri Lindos bekler. Kalesi, akropol yerleşimi ve daracık sokaklarına inci taneleri gibi dizilmiş evleri ile büyüleyen Lindos’a hazır gitmişken uğranılması gereken bir başka cennet köşesi de Kelebekler Vadisi’dir. Bilhassa Temmuz ve Ağustos aylarında sayısı artan binlerce volkan kelebeğine yuva olan bu vadi, gezginler için kelimenin tam manasıyla bir görsel şölen sunar.

Meis; uzakta buruk bir hüzün yaşayan Mor

Meis’te gün bir başka batar. Adeta denizi kızıla boyar. Adı kızılhisar anlamına gelen Kastelorizo Kalesi daha bir kızıllaşır gün batımında. Güneş yavaş yavaş Akdeniz’in serin sularına batarken denizin köpüklü mavisi, güneşin kızılına karışır ve mora boyanır ufukta her şey. İlkbaharda mor mor açar erguvanlar, sonbaharda ise mor mor sallanır asmalar Meis’in avuç içi kadar bahçelerinde.

Nasıl Kaş Beldesi, Akdeniz’e bir kaş şeklinde kıyı verirse o kaşın altındaki mavi göz de hemen yanı başındaki Meis Adası’dır. Kaş’tan bir solukta yüzülecek kadar yakın olan Meis ya da diğer ismi ile Kastelorizo Adası’na Kaş’tan kalkan küçük tekneler ile birkaç dakika içinde gidebilirsiniz.

1991 yılında Oscar Ödülünü “Yabancı Dilde En İyi Film” seçilerek kazanan Mediterraneo filmini yönetmen Gabriele Salvatore, Meis Adası’nda çekmiştir.

Aylardan Eylül olduğunda ve bahçelerde melisalar koktuğunda Meis’e giden gezginler için rıhtımdaki tavernalarda yaşanacak bir güz akşamı ömür boyu hafızalardan silinmeyecektir. 

Doğu Ege Adaları’na Vize Lazım mı?

Birçok gezginin aklında yer eden “Adalar için vize gerekmiyor” klişesinin aksine tüm Yunanistan Adaları’na gitmek için vize almak mecburi. Vize alacaklar için ise iki seçenek mevcut. Bunlar Schengen Vizesi ile son yılların gözdesi Kapı Vizesi. Yunanistan devletinin birkaç senedir adaları ziyaret eden Türk turistlerin sayısını artırmak için yaptığı en güzel uygulamalardan biri olan Kapı Vizesini almak oldukça kolay. Pasaport, iki adet beyaz zeminli biyometrik fotoğraf ve nüfus kâğıdınız ile seyahatinizden üç gün önce acentenize başvurduğunuzda kapı vizeniz hazır.


Fatih Mustafa Aygüneş / Sanat Tarihçisi – Ülkesel Rehber

KAYNAK: İzmir Dergisi